turkceanlatim
Konular  
  Ana Sayfa
  => Anlam bakımından sözcükler
  => Sözcükler arasındaki anlam ilişkileri
  => Yapım Eki
  => Fiil çekim ekleri
  => İsim çekim ekleri
  => Cümlede Anlam
  => Anlatım Bozuklukları
  => Ses Bilgisi
  => Paragraf Bilgisi
  => Sunum, Tartışma, Panel
  => Anlatım Ve Özellikleri
  => Anlatım Türleri
  => Metinlerin Sınıflandırılması
  => Öğretici Anlatım
  => Sözlü Anlatım
  İletişim
Anlatım Ve Özellikleri

Anlatıma Hazırlık

ANLATI
: Gerçek ya da kurgulanmış olayları, durumları yer (dekor. mekân), kişi (şahıslar) ve zaman belirterek edebi bir dille anlatma; eş.Tahkiye, öyküleme, Hikâye etme. Roman, öykü (hikâye), oyun, masal vs. gibi yazınsal türler ya da düzyazı (nesir) ile ifade edilen ve öykü içeren her metin bir "anlatı" dır.

ANLATIM: Zihinde tasarlanan bir konunun, olayın, durumun, bir duygunun, düşüncenin hayalin ya da kavramın sözle ya da yazıyla bildirilmesi; eş.İfade.

Anlatımın aracı sözcüklerdir. İki ya da daha çok sözcüğün anlam ilgisiyle sıralanması, birlik kurması anlatımı oluşturur.

Edebiyatta gerek kuralları gerekse amaçları açısından birbirinden farklı iki anlatım yolu vardır: Şiir (nazım) ve düzyazı (nesir).

Yazarın, kendi fikrini, duygusunu katıp katmamasına göre anlatım objektif (nesnel), subjektif (öznel) olur:

Objektif anlatımda yazar, kişileri, durumları, olayları kendi duygu, düşünce ve önyargılarından sıyrılarak ve herhangi bir etki altında da kalmaksızın olduğu gibi anlatır. Böyle bir anlatımda yazarın heyecanını, duygularını, yargılarını belli edecek herhangi bir ipucu yoktur; ünleme, dokunaklı sorulara vs. rastlanmaz. Subjektif anlatımda ise, yazarın, kendi duyguları,  düşünceleri, yorumları vardır.

Kaynak: (Murat AKINCI, Açıklamalı Türk Dili ve Edebiyatı Terimleri Sözlüğü)

Tarih yazıyla başlar. Tarih, geçmişte toplumların yaşayışlarını uygarlıklarını inceler.Öyleyse uygarlığın dayandığı temel, işaretlerdir. Harşerdir. Sözcüklerdir. Kısaca yazıdır, anlatımdır.

Bir toplumun kültürel birikimini, değerler sistemini geride bıraktığı yazılı belgelerde buluruz. Bu yüzden insanoğlunun en şaşırtıcı buluşlarının başında yazı gelir. Yazı bulunmasaydı insanlığın binlerce yıl içinde yaşadıkları, günümüze kadar gelmeyecekti. insanoğlu yazıyı bularak düşünmeyi duygu ve düşüncelerini başkalarına ulaşamayacaktı. Kendinden sonrakilere iletmenin yoluna da bulmuş oldu. Bütün zamanlarda insanların yazılı kültür etrafında toplanmaları her geçen gün kendilerini geliştirmeleri de yazı ile sağlandı. Düşündüklerini, yaşadıklarını, gördüklerini yazıya döken insan öldükten sonra da dünyada bir iz bırakabiliyordu. Yazı artık insaoğlunun ortak aklı, belleğiydi.

İnsan düşüncesini yazarak geliştirebilir. Yazmanın bütün çağlarda vazgeçilmezliği, eşşizliği nereden kaynaklanmaktadır. Horatius'a göre, "Bilgi, iyi yazmanın kaynağıdır."

İlya Ehrenburg, "Başkalarının duyduklarını kendimde duyabilmek için yazı yorum." der. Öyleyse başka insanların acılarını sevinçlerini, kederlerini, kaygılarını, içimizde duymak için yazarız.

Fareler ve insanlar, romanıyla tanıdığımız John Steinbeck'in deyişiyle yazmak en büyük gereksinimdir.

Selahattin Batu, "Ancak yazmaya başlayınca bir gerçek oluyorum. Kişiliğim ancak o zaman ışığa dönüyor. Bir devirden belirsizden şekillere doğru kurtuluyorum."

diyerek insanı kişiliğini bulmanın altını çizmektedir.

Kısaca; Haldun Taner'in de dediği gibi, "Yaşamak yazmaktır." Hepimiz biliyoruz ki iyi metin oluşturarak söyleyeceklerimizi düzgün anlaşılır bir biçimde anlatmak zorundayız.

Hayatımızın hemen her döneminde karşımıza çıkan yazılı anlatımda bulunması gereken bazı özellikler:

  • Sözcüklerin doğru seçilmesi, cümlelerin gereği gibi kurulması ve birbirlerine mantıksal bir ilgiyle bağlanması, konuda birliğin sağlanması, bilgilerin doğruluğu, duyguların içtenliğidir.
  • Anlatıma uygun bir iletişim biçimi seçilmesi,
  • Yazım kurallarına uyulması,
  • Noktalama işaretlerinin yerinde kullanılması, yazılı bir metinde bulunması gerekenlerin başında gelir.
  • Sözcükler anlatımın başlıca ögesidir. Anlatımda sözcüklerin doğru seçilmesine her zaman özen gösterilmelidir.

Duygularımızı, düşüncelerimizi, zaman zaman çeşitli zorunluklarla, dışa vurmak zorunda kalırız. Bu bazen bir mektupla ya da bir hikâyeyle dile getirdiğimiz duygu ve düşündüklerimizdir. Bütün yazılı anlatımların çıkış noktası budur. Yazan kendini ifade eden herkes başkalarıyla iletişim kurmak ister. Ceyhun Atuf Kansu, yazma isteğini aşağıda okuyacağınız bir yazısında kendisini yazmaya itenin ne olduğunu sorgular.

Kendi kendine " Beni yazı yazmaya iten nedir?" Yazma bir çeşit eylemdir. Acıyı yok edebilir miyim? Karanlığı , tutsaklığı, yok edebilir miyim? Burada şiir düz yazı eylem gücü kazanır. En sonu bir bireyim ben. Bir tek insanım. Benim eylemimdir yazı. Bireysel eylemimdir. Bir de deyimleme içgüdüsü var.Bir içgüdüdür yazı yazmak. fiiir, müzik, resim, deyimleme içgüdüsü. Kendini, doğayı, toplumu, insanları ve sonsuz çıkmazı, ölümü deyimleme ama insan en çok neyi deyimleyebilir, kendisini.

Yazmak dünyayı tanımaya çalışmak, kendisiyle ve başkasıyla iletişim kurmaktır. Böylece yazı yazan insanın taşıdığı bir sorumluluk oluşur.Bu bir bakıma toplumsal sorumluluğu da beraberinde getirir. işimiz ne olursa olsun bir şekilde yazışmayı gerektirir. Eninde sonunda ancak yazmaya ait, temel bilgi ve beceriler elde edilmeden, bu konuda başarı kazanmak oldukça zordur. Mektup, rapor, dilekçe, araştırma ve inceleme gibi yazmaya dayanan türler, özel bir yetenek ve yaratıcılık gerektirmez. Yazmaya ilgili bilgi ve beceriler kazanan herkes bu tür yazıları yazabilir. Herkesten bir roman, bir oyun yazması beklenemez. Buna karşılık herkesten duygularını, düşüncelerini, hayallerini başından geçenleri karşısındakilere anlatabilmesi beklenen bir davranıştır. Hangi türde olursa olsun yazı yazma süreci masa başına oturmaktan önce başlar.

YAZMADAN ÖNCE
Yazmaya başlamadan önce yapacağımız hazırlıklar yazımızın sağlam bir yapısı olmasını sağlayacaktır. Aklımızdan geçenleri tasarladıklarımızı başlıklar hâlinde küçük notlar hâlinde belirlersek hepimiz için çok kıymetli olan zamanımızı yitirmemiş oluruz. Bunların başında gözlem yapmak gelir.

Ünlü Fransız yazar Jean Paul Sartre, Söz Okları adlı eserinde yazarlığa yöneliş döneminde dedesinin kendisine "Yalnız gözleri olmak yetmez, onlardan yararlanmayı da öğrenmeli insan." dediğini anlatır.

" Gözledim. Yürek karartıcı ve aldatıcı bir oyundu bu. Kaba kadifeden koltuğun önünde dikilmek ve uzun uzun bakmak gerekiyordu. Söylenecek ne vardı? Olsa olsa koltuğun yeşil ve pütür bir kumaşıyla kaplı olduğu, iki kolu , dört ayağı, üzerinde iki tane ağaçtan çam kozalığı taşıyan bir arkalığı taşıdığı söylenebilirdi.fiimdilik bu kadardı ama yeniden dönecektim bu konuya. Gelecek sefer daha iyisini yapacak, sonun da onu avcumun içi gibi tanıyacaktım. ileride bu koltuğu anlatığım zaman, okuyucular, aman ne kadar incelenmiş , ne kadar iyi görülmüş, aman ne kadar doğru, işte size uydurma olmayan çizgiler diyeceklerdi. Gerçek bir kalemin yazdığı, gerçek sözcüklerle, gerçek nesneleri anlatarak benim de gerçek olmamam için işe şeytanın karışması gerekirdi. Kısacası her zaman bana bilet soracak biletçiye verilecek cevabı biliyordum ben."

Jean Paul Sartre/ Söz Okları

Hangi konu olursa olsun söyleyebileceklerimin olabilmesi o konudaki gözlem ve yaşantılarımın bulunmasıdır. Bir eşyaya uzun bir süre bakmak, onu ayrıntılarını görmemize imkân sağlar. Bir zaman sonra o eşya neredeyse bizim hayatımızın bir parçası hâline gelir. Bir yazıda anlatacaklarımızı bulmamızda gözlemin etkisi büyüktür.

Yazı yazmak gözlemlerimizi aktarmak değil midir? Gözlemden yararlanmanın ilk aşaması bakmasını bilmektir. Bunu Mustafa Nihat Özön şöyle dile getirir:

"Okul hayatının başladığı andan sonra çocuğu düzenli bir gözlem eğitimi altında bulunduruyoruz. ilkokul hayatında başlayan bu eğitimin verimi çok dar bir alanda kalmış ve basmakalıp denilecek birkaç örneğin içine sıkışmıştır. Çevremizde olan şeyleri, gözlerimizde bir sakatlık yoksa, görürüz, fakat bunlara bakmayabiliriz. Onun için görmek ile bakmak arasındaki ayrımı unutmamalı. Bu iki kelimeyi birbirine çok karıştırırız. Konuşma dilinin bazı deyimlerinde bunu ayırt edenler vardır: Kızgın birinin, "Bana bak!" demesinden kendisine önem verilmesini başkalarına benzemeyen bir huyda bulunduğunu anlatmak istediğini; "Şuna bak!" diyen birinin de karşısındakinin hoşa gitmeyen aykırı bir iş ya da durumunu anlatmak istediğini herkes bilir.

Görmek, bilinçdışı bir hal ya da harekettir. Göz açık bulunduğu zaman dıştaki nesneler ister istemez ona çarpar. Hiçbir şey düşünmeyerek gezdiğimiz zaman gökyüzünü, ağaçları, akarsuyu görürüz; evleri, insanları görürüz; yağmur ya da kar yağdığını görürüz. Bunların izleri birbiri ardı sıra gelir, birbirini silerek geçer. Bir süre sonra bu görmüş olduklarımızı zar zor, eksik gedik hatırlarız.

Bakmak, iradeli ve düşünceli bir iştir. Bir anıt, güzel bir yapı önünde dururuz, eğer kendimizi ona bakmaya zorlarsak, onun güzel taraşarını çıkartırız; üslubuna orantılarına bakarız. Bir bahçeden geçerken, bir asker geçişini seyrederken, eğer onlara bakacak olursak öteki bahçelerden, başka askerlerden onları ayıran noktalara bakarız.

Bir şeye bakan bir kimse, yani gözünün önüne yayılmış şeyleri düşünceli bir şekilde görmeye çalışan bir kimse, onları tanımaya, ilerisi için karşılaştırma noktaları çıkarmaya, az çok açık ve sürekli bir anı elde etmeye çalışan kimse demektir. Görmek, organlarımızdan birinin doğal bir işidir. Nefes almayı nasıl öğrenmiyorsak, görmeyi de öğrenmek zorunda değiliz. Bakmak ise görüşümüzün eğitimi ile olur. Gayet sade ve normal olan bu eğitim, çok defa önem verilmemek yüzünden, yapılmıyor ve insanların çoğu bakmayı bilmiyorlar."

Madam Bovary'nin yazarı Gustave şaubert gözlemle ilgili olarak yazarlara şunları söyler. "Kimsenin görmediği ya da söylemediği, bir yazıyı bulmak için, olaylara gerektiği kadar uzunca dikkatli bakılmalı."

NOT ALMAK:

Hatırlanması için, yazılan kısa yazıya " not", onun için yapılan çalışmaya da not tutmak denir.

Hatırlanması gereken şey kısaca bir yere yazılır. Bu not unutmanın önüne geçer. Not alma her şeyi kâğıda, bilgisayara geçirmek anlamına gelmez.Rastgele alınan notların bir değeri yoktur. Notla birlikte not çıkarma, küpür birleştirme, alınan notları
değerlendirip zenginleştirme, bölümleme yollarından da faydalanmak gerekir.

Not tutmak; okurken her zaman aklımızı, anlayış ve yeteneğimizi uyanık tutar; dikkat etmeyi , karar vermeyi öğretir. Notlar amaca göre çıkartılır veya tutulur. Not alma alışkanlığını kazanan insan yapacağı işi önceden tespit eder. Maddeler hâlinde bir yerlere yazar, ihtiyacına göre notlarını düzenler.

Üç türlü not alınır.
1. Duyduklarınızdan not almak

Duyduklarınızdan not alabilmek için " zaman" çok kısadır. Bu kısa zamanda duyduğunuzu aynı şekilde yazmak isteseniz siz bir cümleyi yazıncaya kadar konuşan çok seyler söylemiş olacaktır. Notu aynen yazarak değil, konunun özünü, temel ögelerini hatırlatıcı, noktalarını kısaltarak anlamı sizce bilinen işaretlerden, simgelerden yararlanarak almalısınız. Ayrıca elinizi çabuk tutmalı, konunun özünü kaçırmamaya çalışmalısınız.
Unutmayınız ki, not almak tam ve net anlamak öğrenmenizi kolaylaştıracak, dersleriniz öğrenmekteki güçlüklerinizi giderecek, zaman kaybetmenizi önleyecektir.

2. Okuduklarınızdan not almak
Derste, çalışırken, ansiklopedi veya internet gibi kaynaklardan, gazetelerden, dergilerden yararlanırken yaptığınız çalışmaya okuduklarınızdan not almak denir.

Okurken not almadan konunun özünü, temel noktalarını sonradan kolayca hatırlayabilecek kadar kısa bir şekilde yazmalısınız. Alıntıyla not almayı karıştırmamalı. Ayrıca olduğu gibi yazmak yanlışını da yapmamalısınız.Aynen yazacaklarınız kaynağın kendisi varken onu yazmanın hiçbir yararı olmaz.

Üzerinde çalıştığınız konunun ana noktalarını eksik bırakmadan sonradan kolayca hatırlayabilecek şekilde ne kadar kısa ve öz yazarsanız hatırlamanız da bu doğrultu da olacaktır. Okuduklarınızdan not almak, ders hazırlamada, bir kaynaktan yararlanmada, kendinizi yetiştirmede, gelecek için bilgi ve belgeleri toplamada çok yararlı olur.

3. Gördüklerinizden not almak
Bir gezi yaparken, televizyonda bir film seyrederken ilginizi çeken hoşuna giden genel şeyleri unutmak istemiyorsanız not almanız gerekir.Unutmamanız gereken şey zaman yeterli olsa da not almanın kuralının değişmeyeceğidir. Not almanın önemini vurgulayan Andre Gide "Not tutmak, zamanı gelecek içi saklamaktır." der.

Tuttuğunuz notlar geleceğin birikimidir. Dilerseniz notlarınız için bir defter kullanabilirsiniz.
Max Jacob ise açık okunaklı bir şekilde not tutmamızı önerir: "Öğrenmenin başarmanın, güzel konuşup yazmanın ikisi: "Dinlemesini öğrenmek" ve "Not tutmak" tır.

NOTLARI DEĞERLENDiRMEK
Örneğin bir seyahat sırasında aldığımız notlar, bir konuşma sırasında duyduğumuz sözler, bir anı gibi özelliği olan bilgiler için tuttuğumuz notlar bir gereç değeri taşır. Bu tür notlar zaman içinde değerlenir.Bir düşünce, bir olay yazısı gerektiğinde bu notlardan bir gereç olarak yararlanabilirsiniz. Böylece çok önceden aldığınız notlar geleceğinizin en değerli birikimlerinden olur. Not tutmayı hiçbir zaman ertelememeli, titizlikle sürdürmelisiniz. Notları değerlendirmenin en iyi yolu not defteri, anı defteri, gezi defteri, günce defteri gibi çalışmalardır. Bu notlardan çok zevkli , ilginç yanları olan yazı konuları çıkarabilirsiniz. Böylece tuttuğunuz notlar gerçek anlamda değerlendirilmiş olur.

ÖZET

"Öz" ad kökünden "-et" ekiyle türetilmiş bir ad olan özet bir söz ya da yazının özünü veren kısaltılmış biçimi diye tanımlanır. Yapılan işe de özetlemek, özet çıkarmak denir.

Özet için bir başka tanımlama ise "ayrıntısız anlatım"dır. Bütün konuşma ve yazı türleri birer anlatım yoludur. Özet ise bunun karşıtıdır.

Öğrenci için özet çıkarmak, özet çıkararak çalışmak ve bunun yöntemini öğrenmek başarı için atılmış en önemli adımlardan biridir. Öğrencilerin uygulamada titiz olmaları gereken konulardan biri özet çalışması yapmaktır. Yaparak öğrenmek öğrenmenin temel kurallarındandır. Özet çıkarma; anlatılanların, konuşulanların, ana sınırlarını belirtme, bir hikâyenin bütünü veya bir parçasını kısaltma bir paragrafın, bir gazeyete veya fikir yazısının ana fikrini çıkarmadır.

Bir eser, bir yazı özetlenirken; yazar hakkında kısa bir bilgi, eserin bölümleri, eserdeki kişilerin önem derecelerine göre sıralanmaları, hayatları, beden ve karakter yapıları, eserin tümünden çıkan yardımcı fikirlerle ana fikir belirtilmelidir. Özet çıkarma sadece bir metnin uzunluğunu kısaltmak anlamına gelmez. Bunun için önümüzdeki metnin içeriğini kavramak önemli olanla olmayanı kavramak, fikirlerle olayın ana fikirle olan ilgi derecesini bulmak gerekir. Özdeyişleriyle tanınan Fransız yazar Alain "Okuduğunuz metni taklit edin daha iyi. Özetinizi renklendirmek üzere yazarın boyalarını kullanın." şeklinde ilginç bir yaklaşım getirir konuya.

Bir sözün, bir yazının özetini çıkarabilmek için; o sözün, o yazının planını yapmak o planın ana çizgilerini iyi yakalamak gerekir. Böylece o sözü, o yazıyı daha iyi daha öz biçimde anlayıp anlatabiliriz.

Yazı yazma ve konuşmada toplanan bilgilerin ve kişisel deneyimlerin, hazırlanacak metnin yazılış amacı ve hedef kitlesine göre düzenlenmesi gerekir. Başarılı bir düzenleme için deneyim ve araştırmalardan elde edileceklerin kısaca not edilmesi ve konuların alt alta yazılması gerekir. Daha sonra bunların gruplandırılması birbirleriyle ilişkili olmaları bir araya getirilmesi gerekir.

Ana düşünce etrafında birleşen düşünce, bilgi, deneyim ve örneklerin sebep-sonuç ilişkisi ışığında düzenlenebilir.

Yazı yazmak için tanınmış yazarlara ait metinlerin örnek alınması her zaman için iyi sonuçlar verdiğini de unutmamalıyız.

Anlatımda Tema ve Konu

Her yazım ve anlatımın temeli konudur. Konu, üzerinde konuşulan, yazı yazılandır. Konu günlük olaylardan alınabileceği gibi insanlar arası ilişkilerden, toplumsal gerçeklerden, sorunlardan, bilim ve teknolojiden, sanattan, kısaca yaşamın her kesitinden seçilebilir. Söz gelimi "aşk" duygusal, "eğitim" toplumsal, "optik" bilimsel bir konudur. Bu konular çok geneldir, bu ana konuların alt başlıklarla sınırlandırılması gerekir. Bilimsel bir konu aynı zamanda toplumsaldır; bu nedenle anlatım konularını kesin sınırlarla ayırmak güçtür. Yine konular; nesnel ise somut konular, nicel ise soyut konular diye de ayrılır. Konu alanı olarak toplumun her kesimi alınabilir. Örneğin, okul öncesi eğitimi konu alan bir yazı için köy, varoş, gecekondu, aydın kesim, Amerika, Japonya... gibi alanlardan biri seçilebilir.

 

Konu seçiminde göz önünde bulundurulacak özellikler şunlardır: 
. Kişi, konu seçerken bildiği ya da ilgi duyduğu, araştırma yapabileceği konuyu seçmelidir. 
. Konu, geliştirmeye uygun olmalıdır. 
. Konu, bilimsel gerçeklerle çelişmemelidir. 
. Konu, türlü yorumlara yol açmayacak kadar inandırıcı ve açık olmalıdır.

Tema -Tem nedir?

Bir sanat eserinin merkezinde yer alan temel duygu ve düşünce demektir. Konu ve ana düşünce ile yakınlığı nedeniyle onlarla karıştırılmaması gereken bir terimdir. Konunun somut nitelikli olmasına karşılık, tema soyut özellikler gösterir.

Bir eserin teması, onun konusu değildir. Konunun çok özel bir biçimde işlenmiş ayrıntısıdır.

Ölümün konu edildiği bir eserde "ölüm karşısında duyulan hüzün", bu eserin teması olarak ifade edilebilir. Bir şeyin edebiyat eserine konu edilmesi için, bir yazar veya şairin o konuyu seçmiş olması yeterlidir. Oysa tema, edebî şahsiyetin sanatçı yönünün, yorumlama gücünün bir göstergesidir.

Tema bütün sanat dallarının ortak terimlerinden biridir.

İnançlar ve kültürel değerler, herhangi bir temanın farklı toplumlarda, hatta aynı toplumda bile değişik biçimlerde ele alınmasına neden olur. Söz gelişi aşk teması, edebiyatın bir döneminde ince duyarlıkları ifade ederken, başka bir dönemde maddî hazların ifade aracı olarak işlenebilir.

Tema bir eserde, insandaki beyin gibidir. Eserde anlatılan her şeyde ve anlatma biçiminde temanın etkisi vardır. Edebî şahsiyetin eserini yazma amacı, doğrudan doğruya tema ile ilgilidir. Eğer bir eserin teması doğru belirlenirse, eserin doğru anlaşılma şansı da artar.

Bir eserin değerini konusu değil teması belirler. Bunun gerçekleşmesi ise, temanın düşünce dokusu ve yorumlanışı ile ilgilidir. Bir eserin konusunun nasıl yorumlandığı sorusuna bulunan cevap, temanın belirlenmesinde ipucudur.

Eserin bütününe hakim olan bir tema, iyi işlenmek kaydıyla, eserin sağlam bir kompozisyonkazanmasında etkili olabilir.

Tema soyuttur ve soyutluğun derecesi edebî şahsiyetin özellikleriyle yakından ilgilidir. Tema, somut verilerle desteklendiği zaman eserin başarısı artar.

Bir edebî eser veya metin, birden fazla temadan meydana gelebilir. Fakat bunlardan biri veya birkaçı edebî eser veya metinde daha bir önem kazanmış olarak karşımıza çıkar. İkinci, üçüncü derecedeki temalar, asıl temayı besler, eseri zenginleştirir. Eserin daha iyi anlaşılmasını kolaylaştırır.

Şiirde Tema

Her eserin bir yazılış amacı, iletmek istediği bir mesaj vardır. Eserde iletilmek istenen mesaja "tema" denir. Şiirde daha çok duygu ve hayaller işlenir; bir şiirde yoğun olarak işlenen duygular ve hayaller şiirin temasını oluşturur. Şiiri oluşturan her birimin bir teması vardır. Bu temalar birleşerek şiirin ana temasını oluşturur. Şiirde işlenen temalar soyut bir kavram veya düşüncedir, bu soyut kavramlar şiir dışında da vardır. Şiirle somutlaştırılan temaya da "konu" denir. Aynı temayı işleyen birden çok şiir vardır. Ancak bazıları diğerlerinden daha başarılıdır; bunun nedeni, temanın işleniş biçimidir.
Şiirde işlenen temanın şiirin yazıldığı dönemle ve şairle ilişkisi vardır.

Örnek:

Mert dayanır, namert kaçar
Meydan gümbürgümbürlenir 
Şahlar şahı divan açar
Divan gümbür gümbürlenir

Yiğit kendini öğende
Oklar menzilin döğende
Şeşper kalkana değende
Kalkan gümbür gümbürlenir

Ok atılır kalesinden
Hak saklasın belâsından
Köroğlu'nun narasından
Her yan gümbür gümbürlenir (Köroğlu )

Şairin şiirde iletmek istediği mesaj yiğitlik ve yiğitliğin gücüdür. Şair savaş tasvirleriyle yiğitliği somutlaştırmıştır.

Şiirin konusu "yiğitleri övme"dir.

Şiirin yazıldığı dönem ve şairle ilişkisi:

Köroğlu 16. yüzyılda yaşadığı sanılan bir şairdir. Bolu'nun Gerede ilçesindendir. Celâlî İsyanları'na karışmıştır. Sivas - Tokat arasındaki kervan yollarını kesmiş, aldıklarını fakir halka dağıtmıştır. Babasının intikamını almak için dağa çıkmış Bolu beyine karşı savaşmış; güçsüzleri, haksızlığa uğrayanları korumuş bir yiğittir.

Görüldüğü gibi şairin hayatında öne çıkan en önemli özellik yiğitliği; yaşadığı dönemin en önemli özelliği ise haksızlıkların olmasıdır.

Şiirin teması ve yapısı arasında ilişki vardır. Tema, şiirin yapısı ve anlatımıyla somutlaştırılır. Yapıyı meydana getiren ses ve anlam kaynaşmasından oluşan birimlerin tümü "tema"yla birleşir. Temayı bulmak için "Şair, bu şiiri niçin yazmıştır?" sorusunu sorarız, aldığımız yanıt bize temayı verir.

Anlatımda Sınırlandırma

Anlatıcının tavrı ve amacı, temanın sınırlandırılmasında etkilidir. Yazar, soyut temaları kişi, zaman, ifade, anlatım biçimi, mekan, bağlam gibi yollarla somut hale getirir. Yani anlatılan olay, kişiler, zaman ve anlatılanlarla sınırlandırılır.

Seçilen konunun çeşitli gereksinimlere cevap verecek şekilde olmasına dikkat edilmelidir. Neyi ele alacağımızı, neyi anlatacağımızı belirlemeliyiz. Konuyu seçme ve sınırlandırma yapmadan önce atacağımız ilk adım olacaktır. Konular şu başlık altında toplanabilir.

- Kişisel konular
- Toplumsal konular
- Bilimsel konular
- Sanat ve kültürle ilgili konular

Seçilecek konunun ilgi çekici bir yazıya dönüşebilmesi için konu hakkında belli bir birikime sahip olmak gerekir. Genel konular yerine özel konulara ağırlık vermemiz yazımızı daha etkili hâle getirecektir.

Yazılı anlatımda yapılan en büyük yanlışlardan biri, belki de birincisi konuyu sınırlandırmadan yazıya başlanmasıdır. Kısacası konunun sınırlandırılmasında sayısız yarar vardır.

Örneğin kültür tarihi konusunda 300 sözcükten oluşacak bir yazı yazacağımızdan yola çıkalım. Oldukça geniş kapsamlı bir konu olan kültür tarihini bu kadar az sözcükle ifade etmemiz imkânsızdır. O zaman genelden özele doğru bir yol izleyerek konuyu sınırlandırmamız gerekmektedir.

Konuyu sınırlandırmak için bazı ölçüleri göz önüne almak zorundayız:

  • Sesleneceğimiz okuyucu kitlesinin sosyal ve kültürel yapısı, özellikleri nelerdir?
  • Konunun hangi yönüne daha çok ağırlık vermeliyiz?
  • Konu ile ilgili yeterli birikime sahip miyiz?
  • Yazabilmek için gerekli kaynaklara ulaşabilecek miyiz?
  • Yazımızın uzunluğu, kısalığı ne kadar olacaktır?
  • Yazımızı belli bir zaman süresinde yazabilecek miyiz?
  • Yazımızın türü ne olacaktır?

Konuyu sınırlama, yazmada başarıyı sağlayan temel ögedir. Konu sınırlandırılmazsa ortaya koymayı amaçladığımız düşünceler netlik, açıklık kazanmaz, söyleyeceklerimiz açıklıkla belirlenmez. Söyleyeceklerimiz genellemeler olmaktan
öteye gitmez. Konudan sapmalar olur. Kısaca yazımız yoğunlaşmaz. (E.Özdemir, A.Binyazar)

Şimdi birkaç tane genel nitelikli konu yazalım:

  • Sinema
  • Tiyatro
  • Roman
  • Spor
  • iletişim
  • Dede Korkut Hikâyeleri

Bunlardan herhangi birini seçip üzerinde yazı yazabiliriz. Diyelim ki, roman konusu işlenecek. Romanın günümüzdeki durumu mu? Türk romanı mı, dünya romanı mı? Roman konuları mı? Milli Mücadele dönemi romanı mı? Batılılaşmayı konu edinen romanlar mı? Bu konularda bir yazı yazmak mümkündür. Ama unutmamamız gereken şey konuyu kesinlikle sınırlandırmaktır.

Peki konuyu nasıl sınırlandırabiliriz?

  • Türk romanı (1. aşama)
  • Mithat Cemal Kuntay'ın Türk edebiyatındaki yeri (2. aşama)
  • Üç istanbul romanında kadın karakterleri (3. aşama)

 

  • Tarihî romanlar
  • Kemal Tahir'in tarihi romanları
  • Devlet Ana romanındaki yönetici portreleri

 

  • Servet-i Fünun romanı
  • Yeni romanımızda Servet-i Fünun dönemi romanlarının etkisi
  • Halit Ziya Uşaklıgil'in Mai ve Siyah romanında dil ve anlatım

Genel bir konunun sınırlandırma aşamalarını bir örnekle şöyle gösterebiliriz: Konuyu anlama gerçekte onu sınırlandırmadır. Konu öncelikle kendimiz ve okuyucu için ilginç olmalı. Güçlü bir yazar olmada konu için sayılanların etkisi çok büyüktür.

 Anlatımın ve Anlatıcının Amacı

Etkili bir iletişim için iletişim öğelerinin (gönderici, ileti, kanal, alıcı, bağlam) tam olması gerekir. Gönderici iletisini alıcının anlayabileceği dil kodları ve kanal yardımı ile gönderir. Gönderici ile alıcının ortaklıkları ne kadar fazla ise iletişim o kadar etkili oiur (ortak deneyim, ortak bilgi birikimi, ortak dil özellikleri vb.)

İletişimde en etkili öge dil'dir. Beden dili, jest-mimiklerle de iletişim kurulsa da en yaygın ileti­şim biçimi dil ile iletişimdir. Öyle ki görme ve duyma problemi olanlar dahi kendilerine has bir dil sistemi ile iletişim kurmaktadır. Dil öğelerinin hem iletilmesi kolaydır hem de ifade gücü yüksektir. Sözcüklerin anlam alanının genişliği iletişim alanımızı da genişletir. Aynı sözcük farklı bağlamlarda farklı anlamlara gelebilir. Bu zenginlik iletişimde dilin vazgeçilmez bir öge olduğunu kanıtlar.

Muhatap sözcüğünün iletişimdeki karşılığı alıcı'dır. Anlatımda üslubumuz alıcıya göre değişmelidir; çünkü herkesin anlama, algılama şekli farklıdır. Ayrıca kişilerle aramızdaki yakınlık derecesi de üslubumuzu değiştiren etkenlerdendir. Örneğin; başımızdan geçen bir olayı annemize, arkadaşımıza, sevmediğimiz birine anlatırken birbirinden farklı dil kodlarını kullanırız. Bu farklılık hem kişiler arası yakınlık derecesi için zorunludur hem de karşımızdaki insanın anlayabileceği dilden konuşup ideal bir iletişim için.

Üslup: İfade tarzı. Sanatçının duyuş. düşünüş ayrılığı. Her şair ve yazarın kendine göre bir üslubu vardır.

Anlatımda üslup, amaca ve muhataba göre değiştirilir;çünkü iletişim kurulan kişi yani alıcının durumuna göre ve göndericinin amacına göre iletişim kanalında değişiklik yapılabilir.

Bir konu herhangi bir amaçla yazılmışsa anlatım biçiminde bu amaca göre şekillenir. 
Örnek: Su iki hidrojen bir oksijenden oluşur. Maddenin üç halinden biridir. (bilimsel)

Su insan hayatının vazgeçilmezlerinden biridir. İnsan hayatında deyimlerin içine kadar bile girmiş olan bu madde hayatın kaynağı kabul edilir. (sanatsal)

İstanbul un en büyük sorunlarından biri olan su sorunu son yıllarda yapılan çalışmalarla çözüme kavuşturuldu.

Not: İletiyi gönderene gönderici, iletiyi alana alıcı, göndericinin vermek istediği mesaja ileti, iletiyi gönderme şekline kanal, iletişimin gerçekleştiği ortama bağlam, alıcının iletiyi algılayarak verdiği cevaba dönüt denir.

Yazılı ve sözlü her türlü anlatımda anlatıcı ile okuyucu/dinleyici arasında anlatımın amacı etrafında şekillenen bir ilişki vardır. Bir anlatıcı genel olarak ya coşku ve heyecanlarını ifade etmek ya bir olayı anlatmak ya da bir şeyi öğretmek amacıyla anlatımını gerçekleştirir. İşte anlatıcıyı bir şeyleri anlatmaya iten neden, o anlatımın amacıdır.

Anlatıcı anlatma eylemine girişmeden önce şu sorulara cevap bulmalıdır: 
• Ben bu anlatımı hangi amaçla gerçekleştireceğim? Bu metin/konuşma, okuyucularda/dinleyicilerde ne tür etkiler uyandırmalıdır ?

• Bu metin/konuşmanın muhataplarının nitelikleri nelerdir?
Anlatıcı bu sorulara net cevap verdikten sonra "anlatımın oluşumu" aşamasına geçmelidir.

Bu durumu bir örnekle açıklayalım: 
Vatan temalı bir metin yazmaktaki amacım nedir? Bu soruya ne tür cevaplar verilebilir:

» Vatan savunmasında emeği geçen kişileri hatırladıkça coşkuya kapılıyorum. 
» Bir şiir yazarak coşkularımı başkalarıyla da paylaşmak istiyorum.
» Vatanın tehlikede olduğunu düşünüyor, yurttaşları bu konuda uyarmak istiyorum.» Vatan tehlikededir diyenlerin ülkeyi felakete sürüklediklerini düşünüyorum.
» Vatanla toprak parçası arasındaki farkı vurgulayarak yurttaşların bu konuda bilinçlenmesini istiyorum. 
» Vatanı olanlarla vatansızlar arasındaki farkı ortaya koyarak vatanın niçin önemli olduğunu vurgulamak istiyorum.

Ben bu metni kimler için yazacağım, hedef kitlemi kimler oluşturmaktadır? 
» Siyasi konulara ilgi duymayıp edebi metinleri okumakla yetinenlerdir. 
» Gazetede günlük yazılar yazıyorum. 
» Hedef kitlem, ortaöğretim gençliğidir. 
» Ulaşmak istediğim kesim vatan sevgisini yeterince hissetmeye entelektüellerdir. 

Bu tür cevaplar uzayıp gider. Anlatıcının, metnini kim ve ne için oluşturacağına karar vermesi son derece önemlidir. Çünkü metnin uzunluğu-kısalığı, derinliği-yüzeyselliği vb. bu sorulara verilecek cevaplara göre belirlenecektir. 

Anlatımın bir amaç doğrultusunda şekillenmesinin, metni/konuşmayı ne şekilde etkilediğini göstermek için; başka bir örnek daha verelim: "Su" ile ilgili metin yazmak isteyen bir kişi, anlatımının amacını belirlemek için kendisine şu soruları sormalıdır: "Suyu konu alan bir metin yazmaktaki amacım nedir? Bu metin, okuyucuda hangi etkiyi uyandırmalıdır?" Bu sorulara şu tür cevaplar verilebilir:

» Ben bir şairim. Suyun bende çağrıştırdıklarını, bana hayal ettirdiklerini, bende uyandırdığı coşku ve heyecanları dile getirmek istiyorum. 
» Ben bir bilim adamıyım. İnsanlar, en çok tükettikleri sıvının bilimsel niteliklerini öğrenmek isteyebilirler. Ben suyun kimyasal ve fiziksel özelliklerini anlatarak insanların bu konudaki meraklarını giderebilirim. 
» Ben bir gazeteciyim. Barajlardaki su seviyesinin azaldığını gözlemliyorum. Bu konuda bir haber yazısı yazarak kişileri suyu daha tutumlu kullanmaları yönünde etkileyebilir.

Anlatımda Anlatıcının Tavrı

Edebiyatın ele aldığı konular geçmişten günümüze kadar pek fazla değişikliğe uğramamıştır. İnsan ne yaşarsa onu anlatır, yaşanan temel olayların değişmemesi edebiyat eserlerinde konuların değişmemesini beraberinde getirmiştir. Fakat eserler incelendiğinde aynı konuda yazılmış eserlerin birbirinden çok farklı özellikler gösterdiği görülür. Bunun sebepleri; metin türlerinin faklılığı, yazar ve şairlerin farklı edebiyat anlayışları benimsemeleri, bilgi birikimlerinin, ilgi alanlarının, kişisel özelliklerinin, yetişme tarzlarının, inançlarının, geleneklerinin vb. pek çok şeyin farklı olmasıdır.

Yağmur bir şoför için trafik sıkışıklığını ve kaza riskini, bir sokak çocuğu için zaten zor olan yaşam şartlarının daha da zorlaşmasını, bir çiftçi için ürünlerinin verimli olmasını, bir şair için de hayallerini tetikleyen bir ilham kaynağı anlamı taşıyabilir.

İnsan, çevresindeki pek çok olayı, durumu veya nesneyi kendi iç dünyasına göre yorumlar, değerlendirir çoğu zaman. Yaşadığımız yer, toplumdaki statümüz, ruh halimiz olaylara bakış açımızı etkiler. Geçimini sağlayamayan veya kıt kanaat geçinen birinin ekonomik olaylara bakışıyla yeterince iyi kazanan birinin bakış açısı ve yorumları birbirinden farklı olacaktır. Başka bir örnek verecek olursak; çok sevdiği birini kaybeden bir ressam güneşli bir günde yaptığı resimde güneşi siyah çizebilir.

Aynı temada ortaya konulan metinlerin farklı olmasının sebebi, her sanatçının bakış açısının ve ifade tarzının farklı olmasıdır. Ayrıca değişen zaman ve mekan, insanların düşüncelerinin farklılaşması, aynı temanın farklı tarzlarda yorumlanmasını da beraberinde getirir.

Yazarlar eserlerinde kişiden kişiye değişmeyen, kanıtlanabilen nesnel yargılar kullanabileceği gibi; kişisel düşüncelerini ve duygularının ifade edeceği öznel yargılara başvurabilir.

     İstanbul Türkiye'nin en güzel şehridir. (Öznel anlatım)
     İstanbul Türkiye'nin en kalabalık şehridir. (Nesnel anlatım)

Yazarın başkasından öğrendiklerini, duyduklarını ifade etmek amacıyla gerçekleştirdiği anlatım dolaylı anlatım, kendi gözlemlerini ve deneyimlerini dile getirdiği her düzeydeki anlatım ise doğrudan anlatımdır.

   Ahmet Haşim'in şiirlerini çok seviyorum. (Doğrudan anlatım)
   Ahmet Haşim Suriye'de doğmuş. (Dolaylı anlatım)

Yazarın metinde somut veya soyut kelimeler kullanması anlatımda somut veya soyut olması bakımından anlatımı etkiler. Somut anlatım daha çok bilimsel, soyut anlatım ise daha çok felsefi metinlerde kullanılır.

  "sevgi" konusu ele alınan bir metinde konunun ele alınış biçimi soyuttur. 
  "televizyon"konusu ele alınan bir metinde konunun ele alınış biçimi somuttur. 

Anlatıcının duyu organlarıyla anlatımı  somut anlatım özelliği kazanır, bunların dışında ki anlatıcının başkalarından işittiği veya deneyimlerini ifade ettiği anlatım ise soyut anlatım özelliği kazanır.

 

                Not: İletişimde anlatıcı ile anlatılan nesne veya konu arasındaki ilişki anlatımım öznel veya nesnel, doğrudan veya dolaylı, somut veya soyut olması bakımından anlatımı etkliler.


 Anlatımın Özellikleri

Duygu ve düşüncelerin açık ve net bir şekilde anlatılması gerekir. Anlatılacak hâl ve olay, betimlenecek görüş ve sezgi, dile getirilecek duygu ve düşünce anlatıcının zihninde açık ve net biçimde belirlenmelidir. Anlatılacak, betimlenecek hususlar, dilin bilinen ve kabul edilen kurallarına uyularak düzenlenmek zorundadır.

Akıcı bir metinde cümleler, gereksiz ve anlaşılması güç ifadelerden arındığı için metnin anlaşılması daha kolaydır.

Yalın bir metinde ifadenin sade, gösterişsiz, kısa ve kesin olması metni okuyan herkesin anlamasını sağlar.

Söylenişi zor seslerin kullanılması, ses düzeyinde, arka arkaya sert ve yumuşak hecelerden meydana gelmiş sözcüklerin kullanılması  sözcük düzeyinde; sözcük tekrarları ve aynı anlama gelen sözcüklerin bir arda kullanılması, cümle düzeyinde; cümlelerin dil ve düşünüş yönünden sağlam bir bütünlük oluşturması paragraf düzeyinde akıcılığı bozar. Açık olmayan yazılarda anlatım kapalıdır.

İyi bir anlatımı yakalayabilmek için anlatımın özelliklerini bilmek gerekir. Anlatım özellikleri, anlatımın nasıllığı ile ilgilidir. "Karşılıklı konuşmada, karşılıklı anlayış birliğine varabilmek için anlatım nasıl olmalıdır?" sorusunun karşılıkları bizi iyi bir anlatımın özelliklerine götürür. İyi, güzel, doğru bir anlatımın şu özelliklere sahip olması gerekir:

AÇIKLIK:

Anlatımın hiçbir tartışmaya yol açmadan, tek bir yargıyı açıkça ifade etmesidir. Açık anlatımdan birden çok yorum çıkmaz, herkes aynı şeyi anlar. Açıklığın olmadığı anlatımda "kapalılık" söz konusu olur.

Edebi sanatlar, yaygın olarak kullanılmayan sözcükler veya söz grupları, gereğinden uzun cümleler ve anlatım bozuklukları metinlerdeki açıklığı bozan unsurlardır.

. Açık bir anlatımda edebi sanatlara yer verilmez.

Örnek:
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden 
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak 
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak (A. Haşim)

Bu şiirde "merdiven", "etek", "yaprak", "sema" sözcükleri sembolik değeri olan, açık istiare yoluyla mecaz anlamda kullanılmış olan sözcüklerdir. Söz sanatları bulunduğu için bu şiir açık anlatıma sahip bir şiir değildir. O halde, bu şiirin "kapalı" bir şiir olduğunu söyleyebiliriz.

. Açık bir anlatımda dilde yaygın olarak kullanılmayan söz ve söz gruplarına (bağdaştırmalara) yer verilmez. Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde özellikle İkinci Yeni şairleriyaygın olarak kullanılmayan sözcükleri kullanmışlar, yeni sözcükler türetmişler, dil bilgisel ve anlamsal bakımdan dilin alışılmış kalıplarını bozmuşlardır.

Örnek:
Ben nice gözle nice denizle nice gazelle 
Rimle gördüm rimle bildim rimle yaşadım seni

Sen ne iydin güzeldiysen de çirkindiysen de 
Kocan ne iydi sonra Niyde ilinde gökyüzleri

İkinci Yeni şairi Cemal Süreya'nın bir şiirinden alınan yukarıdaki bölümde dilde yaygın kullanılmayan "rimle" sözcüğü kullanılmış, "Niğde" ve "iyiydin" sözcükleri özellikle bozulmuş, "Niyde ilinde gökyüzleri" gibi alışılmamış bağdaştırmalara başvurulmuştur. Bundan dolayı anlam bakımından kapalı bir şiir ortaya çıkmıştır.

.Buna karşın aşağıdaki paragrafın anlatımında kullanılan söz ve söz grupları dilde yaygın olarak
kullanılmaktadır ve paragraf yalındır.

Kulübeden çıktı ve göle doğru yürüdü. Böğürtlenlerle kaplı kırmızı toprakları geçti. Mor püsküllü çiçekler açmış devedikenlerine, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte güneşe dönen İrlanda yoncalarına baktı. Gri bir pusla kaplı gölün yüzeyinde oluşan beyaz köpüklü dalgaları inceledi.

. Açık bir anlatımda söz, gereksiz yere uzatılmaz; karmaşık ve anlaşılması güç cümleler kullanılmaz.

Örnek:
"Kahkahalarımızın ortamdakilere rahatsızlık verdiğinin farkına vardığımızda çok geç kalmamakla birlikte belli bir mahcubiyet duygusuyla hareket edip her bir yöne rastgele dağıldığımızda gece çoktan yerini bırakmaya hazırlanıyordu sabaha."

cümlesinde söz gereksiz yere uzatılmış ve cümle anlaşılması zor bir hâle gelmiştir. Oysa cümleyi "Kahkahalarımızın ortama rahatsızlık verdiğini kavrayıp mahcup bir biçimde rastgele dağıldığımızda sabaha az kalmıştı." şeklinde söylediğimizde söz, durumu ve bütün duyguları karşıya taşıyacak bir açıklığa kavuşur.

. Sözcüğün yanlış yerde kullanılması açıklığı bozar.

Örnek:
"İzinsiz inşaata girilmez." cümlesinde "izinsiz" sözcüğü yanlış yerde kullanıldığı için açıklık bozulmuştur. Açıklığın sağlanması için "izinsiz" sözcüğü "inşaata" sözcüğünden sonra kullanılmalıdır.

. Karşılaştırmalarda yapılan yanlışlıklar açıklığı bozar.

Örnek:
"Yılandan senden daha çok korkarım." cümlesinde "yılan" ile "sen" arasında bir karşılaştırma yapılmamaktadır aslında. Ama cümle bu haliyle bu yoruma da müsaittir. Cümleyi şöyle söylersek açıklık sağlanır: "Yılandan senin korktuğundan daha çok korkarım."

. Kimi zaman zamirlerin belirtilmemiş olması açıklığı bozar.

Örnek:
"Beni aradığını duyunca çok şaşırdım." cümlesi şu iki anlama gelebilir: "Senin beni aradığını duyunca çok şaşırdım." ya da "Onun beni aradığını duyunca çok şaşırdım." Dolayısıyla açıklığı sağlamak için "senin" ya da "onun" zamirlerinden hangisi kastediliyorsa cümlede o belirtilmelidir. "Senin, beni aradığını duyunca çok şaşırdım." veya "Onun, beni aradığını duyunca çok şaşırdım." şeklinde ifade edilmesi doğru olur.

Virgül eksikliği ya da virgülün yanlış kullanılması açıklığı bozar.

Örnek:
"Sunucu yönetmeni sahneye davet etti." cümlesinden yönetmenin sunucu olduğu anlamı da çıkmaktadır. Cümledeki "sunucu" sözcüğünden sonra virgül (,) koyduğumuzda açıklık sağlanmış olur.

. Yanlış anlamda kullanılan sözcükler açıklığı bozar.

Örnek:
"Sis, bütün şehri kapsamıştı." cümlesinde "kapsamak" sözcüğüyle "kaplamak" sözcüğü birbirine karıştırılmış ve anlamca yanlış kullanılmış sözcükten dolayı cümlenin açıklığı bozulmuştur. "Sis, bütün sefiri kaplamıştı." dediğimizde açıklık sağlanmış olur.


DURULUK

Anlatımda, gereksiz sözcüğün bulunmamasıdır. Güzel ve etkili bir anlatımda gereksiz ek veya söz tekrarlarına yer verilmez.

. Aynı anlamı veren sözcüklerin bir arada kullanılması duruluğu bozar.

Örnekler:
"Mecburen evden çıkmak zorunda kaldık." cümlesinde aynı anlama gelen "mecburen" sözcüğüyle "zorunda kalmak" bir arada kullanılmış ve cümlenin duruluğu bozulmuştur. Cümleyi "Evden çıkmak zorunda kaldık." ya da "Mecburen evden çıktık." biçiminde söylediğimizde duru bir anlatım sağlanmış olur.

"Kişiden kişiye değişen, yoruma açık bir konuyu tartışmanızı istiyorum." cümlesinde "kişiden kişiye değişmek" ile "yoruma açık olmak" aynı anlamlara gelen sözler olduğundan, bu cümlenin de duruluğa aykırı bir cümle olduğunu söyleyebiliriz.

"Sana itimadım, güvenim, saygım sonsuz." cümlesinde "itimat" ile "güven" aynı anlama gelen sözcüklerdir. Gereksiz sözcüklerin kullanılması anlatımda engel teşkil eder ve anlamın duruluğunu bozar.

. Eklerin gereksiz kullanımı duruluğu bozar.

Örnek:
"Birçok şehirlerde bulundum." cümlesinde "-ler" çokluk eki duruluk ilkesine aykırı olarak kullanılmıştır, cümleden çıkarılmalıdır. Çünkü "birçok" belgisiz sıfatı zaten çokluk bildirmektedir.

Not: Bir paragrafta gereksiz sözcük veya eklere yer verilmişse o paragraf duru değildir.

YALINLIK (SADELİK)

Anlatımın süsten (söz sanatları, ağır sözcükler ve özenli uzun cümlelerden) uzak olmasıdır. Karşıtı süslülüktür. Çok süslü/ağır anlatımlar için "ağdalı" ifadesi kullanılır. Yalın bir cümlede düşünce ve duygular kısa ve kesin ifadelerle dile getirilir. Yalın bir metnin dil ve ifadesi sade yani süssüzdür.

. Ağır (anlaşılması zor) sözcüklerin kullanılması ve süslü/sanatlı bir anlatım yalınlığı bozar.

Örnek:
"Uzakta, ağlayarak uyurmuş bir Stradivarius. Bir pericik, sel sularına bırakırmış çiçekleri; küf pembesi bir kökten atarmış mor yüreğini bir külkedisi. Ormanda yüzyıldır uyuyan gözler, açılırmış bir menekşe ışığına. Eskil denizlerin köpüğünde belirirmiş, bir yıkıntı. Melankolya, çocukluğum!"

Bu paragrafta "Stradivarius" (el yapımı bir keman markası) ve yazarın türettiği bir sözcük olan "melankolya" gibi anlaşılması zor sözcüklerin kullanılması; ayrıca söz sanatlarına yer verilerek sanatlı/ süslü bir dil kullanılması metni yalınlıktan uzak, süslü bir anlatıma, taşımıştır.

Buna karşın aşağıdaki paragraf, kısa ve sanatsız cümlelerle kaleme alındığından yalın (sade) bir dile sahiptir.

"Ayağa kalktı. Elindeki kadehi kafasına dikti. Ortalıkta dolaşmaya koyuldu.Salınarak geziniyor. Duvardaki tabloların önünde duruyor. Ağırlığını bir yüksek ökçeli ayakkabıdan ötekine aktarırken... Ne kötü bir sanatçı taklidi! Gözlerini kısarak bakıyor tablolara, anlamış gibi."

AKICILIK

Akıcılık, anlatımın pürüzsüz olması, hiçbir engele uğramadan akıp gitmesi demektir. Anlatımda akıcılığı, bir nehrin akıp gitmesiyle somutlaştırabiliriz. Nehrin akışı sırasında suyun karşısına çıkan taş, kaya gibi unsurlar suyun akışını nasıl engellerse anlatımda da anlatımın akışını engelleyen durumlar bulunur.

  • Gereksiz ek, hece veya sözcük bulunması,
  • anlatım sırasında ses akışını bozan ses veya sözcüklere yer verilmesi veya
  • söylenmesi güç sözcüklerin metinde kullanılması akıcılığa engel olan durumlardır.

. Akıcılığı sağlamak için şiirlerde asonans ve aliterasyonlara başvurulur.

Örnek:
Güneş batmak üzereydi; hava serinlemişti, üşüdü, hırkasını aldı sırtına. Çevre sakindi, sanki herkes uykudaydı. Sessizlik vardı, içi ürperdi, koşup gitti içeriye, radyoyu açtı. Bir müzik yayıldı ortalığa, "Oh!" dedi, içi rahatladı. Tekrar döndü balkona, hava serindi; ama hırkası vardı, üşümüyordu. Müzik vardı hafiften, sessizlik kaybolmuştu, şimdi rahat rahat okuyabilirdi kitabını.

Bu paragrafta anlatım hiçbir engele takılmadan akıp gitmektedir. Buna karşın aşağıdaki paragrafın anlatımı "program" sözcüğünün tekrarından dolayı pürüzlüdür.

Programlarının izlenme oranından memnun olamayan Televizyon kanallarının yeni program arayışı aslında programlardan değil, program içeriklerinden kaynaklanmaktadır.

.Gereksiz ek veya heceler de akıcılığı bozar.

"Sevgisiz büyüdüğünden, güvensiz olduğundan topluma uyum sağlayamıyordu." cümlesinde "-den" eki gereksiz kullanılmıştır. Aynı ekin tekrar tekrar kullanılması akıcılığa engel oluşturur. Bu cümleyi "Sevgisiz büyüyüp güvensiz olduğundan topluma uyum sağlayamıyordu." şeklinde akıcı hâle getirebiliriz.

Aynı şekilde "Kişiden, zamandan ve olaydan arınılmış bir öyküleme yoktur." cümlesinde "den" eki gereksiz tekrarlanmış ve "arınılmış" sözcüğünde "-il" eki gereksiz yere kullanılmış, akıcılığı bozmuştur. Bunun yerine "Kişi, zaman ve olaydan arınmış bir öyküleme yoktur." denmelidir.

DOĞALLIK (=İÇTENLİK=SAMİMİYET)

Anlatımın zorlamalardan, yapmacıklıktan uzak olarak, içten bir anlatımla samimi bir şekilde yapılmasıdır.

. Özellikle deneme türündeki yazılarda içtenlik, aranan bir özelliktir.

Örnek:
Yalnızsınızdır; etrafınız her daim yosun kokulu bir tülle sarılı, biraz bulanık, biraz titrektir sanki... Yaşadığımız hiçbir anın içinde değilsinizdir, hep bir başka anı yaşar zihniniz ve baktığınız hiçbir yeri görmezsiniz aslında, hep bir başka yerin hayaliyle bulunduğunuz yerin gerçekliğini birbirine karıştırır gözleriniz... Bilirsiniz birileri vardır orada; bekleyen, seven, hoş geldin diyecek olan, biri, birileri... Bildikleriniz yaşadıklarınızı değiştirmez; oysa saplanıp kalmışsınızdır, koparamayacaksınızdır kendinizi.

. Doğallık, anlatımın inandırıcılığını sağlar.

Anlatımı yapan kişiyle anlatım arasında bir uyum olmalıdır; yani anlatımda kullanılan sözcükler, ifade edilen duygular, düşünceler bize anlatıcıyı düşündürmelidir. Bu durum özellikle sanatsal metinlerin inandırıcılığı için önemlidir. Örneğin bir roman kahramanının kişilik özellikleriyle konuşması arasında bir uyum yoksa; yani anlatım yapaysa, romanın inandırıcılığı kalmaz.

Örnek:
Adamlar huzursuzlandılar, sabırsızlandılar. Genç adam hâlâ kolunu bırakmıyordu gelinin.
"Niye anlamıyorsun?" dedi gelin. "Aşkımız bir günahtı.'
"Son sözün bu mu?"
"Bu." dedi gelin. "Yazık ki bu."
"Ama hiçbir şey konuşmadık ki, hiçbir şey konuşmadık daha."
"Konuşacak bir şey yok inan. Geç kaldın. Geç kaldık. Hepsi bu. Ama düşünsene hiç olmazsa severek ayrılıyoruz Hiç olmazsa bu ayrılığı yaşatacağız kendimizde."
"Adını söyle bana, hiç olmazsa adını söyle." "Ne önemi var adımın? Zaten şu yaşadığımızın da bir adı yoktu ki sevgilim. Yaşandı, güzeldi ve bitti. Ayrılık bir sevda kaderidir. Bilirsin; öğrenmiş olmalısın. Öğretmiş olmalılar."

Bu parçada, yazar, okuru şaşırtmak ve amacına uydurmak için kasıtlı olarak, doğal olmayan bir kurgu yaratmıştır. Sadece on beş yirmi dakika önce göz göze gelen, birbirlerinin adlanın dahi bilmeyen iki kişinin diyaloglarına yer vermiştir. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda anlatımın abartılı ve yapmacık olduğu ortadadır.

Aşağıdaki örnek ise yazarın, çocuk bakış açısını günlük konuşma diliyle, anlatımı zorlamadan, içten ve süsten uzak olarak, usta bir biçimde kaleme aldığı, doğal bir anlatımdır:

"Benim saçlarım yumuşak. Havva'nın saçları keçe gibi. Annem, ustura ile iki kere kazıttı saçlarını uzasın diye, ama uzamadı, kısa kaldı. Burnu da öyle biçimsiz ki! Yamyassı. Tıpkı okul kitabımızdaki maymunun burnuna benziyor burnu. Hiç sevmiyorum onu pis, hırsız. Nasıl çıktı dediğim. Oh olsun! Kütük gibi şişti bacağı. Geceleyin asmadan üzüm koparmaya çıkmış, düşmüş, doğru idare lambasının üstüne. Cam kırıkları ayağına değmiş hep. Aptal. Babam da çok merhametli. Kalktı bu çirkin kızı İstanbul'a götürdü. Yalnız kaldık. Annem gizli gizli ağladı. Bir aydır rahatız. Keşke hiç gelmese bu Havva. Geldi ama. İyi olmuş."

ÖZGÜNLÜK

Anlatımın veya düşüncelerin başka bir anlatıma veya düşünceye benzememesi, hiçbir yapıtı veya düşünceyi taklit etmemesidir. Özgünlük anlatımın içeriğinde ya da biçiminde olabileceği gibi her ikisinde de olabilir.

Örnek:
BALKON
Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirinde

İçimde ve evlerde balkon 
Bir tabut kadar yer tutar 
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen 
Şezlongunuza uzanın ölü

Gelecek zamanlarda 
Ölüleri balkonlara gömecekler 
insan rahat etmeyecek 
Öldükten sonra da

Bana sormayın böyle nereye 
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum 
Evleri balkonsuz yapan mimarların

Sezai Karakoç'un bu şiiri, hem kendisinden önceki şairlerce ele alınmayan bir konuyu, "balkon"u, ele alması hem de "Alnından öpmeye gidiyorum / Evleri balkonsuz yapan mimarların" gibi çarpıcı ve şairine dizelere sahip olması dolayısıyla özgün bir şiirdir. Aynı şekilde, çocukların balkondan düşmesi nedeniyle, şairin balkonlara "ölüm körfezi" olarak bakması orijinal bir bakıştır.

ÖZLÜLÜK

  • Az sözle çok şey anlatmaktır.
  • Anlatım söz yığınından uzak, özet bir nitelik taşır.
  • Özlülüğün ustaca kullanımı yoğunluk ve derinliği de beraberinde getirir. Böylece anlatım okura yeni anlamlar düşündürür, çok şey anlatır.
  • Özdeyişler ve atasözleri özlü sözlerdir.
  • Yunus Emre'nin şiirlerinde olduğu gibi ifade edilmesi zor konuların sade, öz ve kolaylıkla anlatılmasına "sehl-i mümteni" denir.

Örnek:
"Dilimin sınırları, beynimin sınırlarıyla paraleldir." (Einstein)
"Neyi arıyorsan sen, 'o'sundur." Mevlana

SAĞLAMLIK

  • Anlatımın dil bilgisi kurallarına uygun olmasıdır.
  • Öge eksiklikleri, eklerin yanlış kullanımı gibi dil bilgisel yanlışlar sağlamlığı bozar.
  • "Ben ağaçevimin tepesinde oturup. Tek gözlü bir kertenkele gibi uyuklamışım." Bu Örnek:te, dil bilgisi kurallarına aykırı bir cümle kuruluşu söz konusudur. 0 halde bu cümle sağlam bir cümle değildir. Bu cümleyi "Ben ağaçevimin tepesinde oturup tek gözlü bir kertenkele gibi uyuklamışım." şeklinde sağlamlaştırabiliriz.
  • "Televizyondaki birçok programı zararlı buluyor, ama asla kopamıyoruz." cümlesinde, dolaylı tümleç eksikliğinden kaynaklanan bir anlatım bozukluğu söz konusudur. Dolayısıyla bu cümle sağlam bir cümle değildir. Bu cümleyi 'Televizyondaki birçok programı zararlı buluyor, ama bu programlardan asla kopamıyoruz." şeklinde sağlamlaştırabiliriz.

TUTARLILIK

  • Anlatımın mantık kurallarına uyması, duygusal ve düşünsel çelişkiler taşımaması, konudan sapılmaması tutarlılıkla ilgilidir.

"Öykü ile şiir akraba türlerdir. Ancak şiir, sanatçıya çektirdiği çile bakımından öyküden daha zorlayıcıdır. Seçilen sözcüklerin çağrışım değeri taşıması, şiiri yoğun ve değerli kılan bir özelliktir. Çağrışım değeri olan sözcükleri seçmek sıkıntılı bir süreçtir şair için. Bu bakımdan, şiir, öyküye asla yaklaşamaz."

Bu parçada söylenmek istenen şey, "şiir yazmanın öykü yazmaktan daha zor bir iş olduğundur. Buna karşın anlatımın son cümlesinde, "şiirin zorluk bakımından öyküye yaklaşamayacağı" gibi önceki yargıya zıt bir düşünce savunulmuştur. Dolayısıyla, parçanın son cümlesinde bir çelişki doğmuştur. Bu çelişki, parçanın tutarlılığını bozmuştur. 

Anlatımın Oluşumu

Bir metin sadece dilbilgisi kurallarına göre düzenlenmez. Dil öğelerinin ifade ettikleri husus ve durumlar arasında anlam bağıntıları vardır.

Bağdaşıklık: Dil öğelerinin ifade ettikleri husus ve durumlar arasındaki anlam bağıntılarına bağdaşıklık denir. "Yollara daha mahzun bir ıssızlık çöküyordu." cümlesinde kelimeler anlam olarak birbirini tamamlamıştır.

Bağlaşıklık: Dil öğelerinin dilbilgisi kurallarına uygun bir şekilde yan yana getirilmesine bağlaşıklık denir.

Bağdaştırma: Kelimelerin yeni bir anlam ifade etmek için yan yana gelerek oluşturduğu söz gruplarına bağdaştırma denir. Örnek: Çalı demetleri, ses çıkaran kağnılar.

Bağdaştırmalar dilde yaygın olarak kullanılan ifadelerle oluşturulabildiği gibi birbiriyle uyuşmayan kelimelerden de oluşturulabilir.

Alışılmış Bağdaştırma: Dilde yaygın olarak kullanılan ifadelerle oluşturulan bağdaştırmalardır. Kelimeler ilk anlamlarıyla kullanılırlar. Taş duvar, renkli cam vb.

Alışılmamış Bağdaştırma: Birbiriyle uyuşmayan ifadelerden oluşturulan bağdaştırmadır. Kelimeler yan ve mecaz anlamlarıyla kullanılır, imgesel, sanatlı bir anlatım vardır. Dilsiz hayaller, taş kalp, renkli bir anlatım vb.

Bağlam: Kelime, kelime grubu ya da cümlelerin metinde bulunduğu yere bağlı olarak farklı anlamlar kazanmasına bağlam denir. Örnek: Güneşli soğuk bir gündü. Birbirlerini soğuk bir tavırla selamladılar."cümlelerinde "soğuk" kelimesi kullanıldığı yere göre farklı anlamlar kazanmıştır.

Hâlin gereği: Bir cümle veya metinde sözün bağlama uygun bir şekilde kullanılmasıdır.

Güzel bir ev alana "Güle güle oturun." demek hâlin gereğidir.

Bağlaşıklığa uyulmamasından kaynaklanan anlatım bozuklukları, dilbilgisiyle alakalı kurallara uyulmamasından kaynaklanan anlatım bozukluklarıdır: Yanlış ek kullanılması, gerekli ekin kullanılmaması, öznenesnedolaylı tümleçzarf tümleciyüklemtamlayan, tamlanan eksikliği vb.

 Anlatım Türlerinin Sınıflandırılması

Her anlatımın; gerçekleştiği bağlam içinde ayrı bir bütündür. Anlatım, dil bilgisi kuralları ve anlam ilişkisi ile birbirine bağlanan cümle ve paragraf adlı birimlerden oluşur.

Edebî türler veya metin türleri olarak bilinen yazılarda farklı anlatım birlikleri bir araya gelir. Bir hikâyede betimleme, açıklama, tanıtma amacıyla yazılmış parçalar öyküleme (hikâye etme) çevresinde birleştirilir. Makale adlı türde; açıklama, tanımlama, tartışma, öğretme, anlatım biçimleri birlikte kullanılabilir.

Anlatımın gerçekleşmesinde iletişime katılan öğelerin, anlatımın amacı, alıcıda uyandırılmak istenilen etki ve anlatıcının anlatılan husus veya obje karşısındaki tavrı anlatım türünü belirler. İçinde yer alacağı, kendisinden daha geniş metnin varlık sebebi ve özellikleri, anlatımın gerçekleşmesinde izlenecek yolun belirlenmesinde rol sahibidir.

 

 

 

 

 



 
  Tarık SARAÇ
Uğur TORAMANOĞLU

Hopa Atatürk Anadolu Lisesi
 
Facebook beğen  
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol